28 Ocak 2015 Çarşamba

Sonbahar

Al işte yine sonbahar
Sarı,  kuru yapraklarını döküyor
Hüzne sarınmış ağaçlar.
Ve o kadar yetim,
O kadar yalnız
Ruhum,
Yitik bir aşkı haykırıyor
Sarı, kuru kelimelerini döküyor
Kalbimden.

Keşke diyorum
Keşke baharda çığlık olsam
Yeşerse kelimeler…
Aşk ateşini söndürmeden
İfade edebilsem
Yüreğimden.


06.12.2007 - DENİZLİ

24 Ocak 2015 Cumartesi

Ne Kadar...

Ne kadar zor
Her sabah yüreğin ağzında uyanmak
İfşa etmek korkusuyla
En kuytu köşesinde beyninin
Saklamaya çalıştığın
Yaşanması imkânsız bir aşkı.

Ne kadar yorucu
İliklerine kadar işleyen
Ve her şeyinle seni esir eden
O delici bakışlardan
Kaçınmaya çalışmak gün boyu.

Ne kadar acı
Sevilmek ihtimalini yıkmaya çalışarak
Her gece boş ve soğuk
Bir yatakta
Ertesi güne ulaşmaya çalışmak.

24.01.2015 - Denizli

23 Ocak 2015 Cuma

Gürcistan ve Irak'ın Ardından

Kentin üzerine çöreklenirken kara bulutlar
İnsanlar uykudaydı ve geleceğe dair umutlardı
Ancak ve sadece rüyalarında yaşattıkları.
Sonra giderek arttı motorların ve bombaların ve makineli tüfeklerin
Homurtuya, horlamaya benzer gürültüleri
Ve daha ne olduğunu anlamadan
Yaşamsaldan ölümlüye devindi gitti birçoğunun uykusu.

Anaların feryatlarında,
Babaların ağaran saçlarında ve gözaltı torbalarında
Küçük yetim kızlarla oğlanların
İfadesini yitirmiş bakışlarındaydı
Ölümden arda kalan şaşkınlığın
Ve artık alışılmış, bir yaşam biçimine dönüşmüş acıların izleri.

Güneşin kızıl yüzü görünmüyor çoktandır
Ne ki soğukta üşüyebiliyor insanlar
Ne ki sıcakta serinleyecek bir gölge arayışındalar.
Su kanlı, su çamurlu, su petrole bulanmış
Su yok.
Ekmek yok
Sevişmek yok…

Oysaki uzak diyarlarda akbabalar
Oturdukları şölen masasının etrafında kahkahalarla tıkınıyorlar...
Altındır yedikleri, petroldür içtikleri
Ve yetmezmiş gibi sarhoşlukları
Doğal gazla kafa bulmak için yakmışlardır nargileleri.
Ve her kenefe gittiklerinde, diğerleri için
Zulüm, işkence, ölüm ve kederdir bağırsaklarından sızan pisliğin içerdiği.

Tanrı sanki bıkmış
Yarattığı kulların neden olduğu manzaradan
Ve çoktandır umudu kesmiştir onlardan
Ve başa çıkamayacağını anlamıştır
Ki vurup kilidi ahretin kapılarına
Bu kadir bilmez yaratıkları için
Bu dünyaya indirmiştir cehennemi.


19.08.2008 - Denizli

22 Ocak 2015 Perşembe

Eski Dostlar

ESKİ DOSTLAR


İki eski dosta rastladım;
Kaç gündür aşındırdığım
Kentin aşina sokaklarında.
Seninle kurgusuna,
Üzerinde gezinen mutlu-mutsuz yüzlere,
Sağına soluna özensiz kondurulmuş
Solgun benizli ihtiyar binalara
Aldırış etmeden gezindiğimiz
Bu aşina sokaklarda.

İki eski dosta rastladım
Mavisini arayan gökyüzünde
Cansız bakışlarıyla gözlerimin
Güneşi bulmak isterken.
Puslu havaya kara bulutlar hakim olmuştu
Umutları derinlere gömen kalbim
Kendi yağmurlarıyla ıslanırken.

İki eski dosta rastladım
Bacasında bir veda türküsü
Bu son vapur
Demirlediği son limandan ayrılıp,
Son bir sevgi kırıntısı peşinde
Ona eşlik eden martıları seyrederken.
İki eski dosta rastladım
Gölgesinde bir hayalin
İki eski sevgili
Göz göze, diz dize, el ele bakışırken.
Ve bu hayalin perdelediği geçmişten
Bana eski bir sevgili
Alay edercesine göz kırparken.

İki eski dosta rastladım:
Çocukluğumun mahpusunda
Evimin sıcaklığını özlerken,
Gençliğimin koğuşlarının sırlı pencerelerinde
Gözlerimde hasretin ıslaklığı
Sevgileri düşlerken,
İki duble rakı ve birkaç dal cigarada
Dumanlı geçmişi tazelerken
Beni iç yalnızlığımda hiç yalnız bırakmayan
Ve dün sen giderken
Uzaktan bana el sallayıp gülümseyen
İki eski dosta rastladım:
Beni hiç terk etmeyen.

Gölgem ve keder.

16.09.2000 - Denizli

15 Ocak 2015 Perşembe

Farzet

Farzet ki bir çınarım ben
Ve gençlerin pervasız sevişmelerini,
En çok sevdiğim şairin mezarını
Esirgiyorlar zavallı gölgemden
Ve bir damla bile gözyaşı
Akıtamıyorum ben.

Farzet ki bir binayım ben
Ve beni böyle derme çatma inşa eden
Vasıfsız müteahhite
Kemiklerim çatırdayarak sarsılırken
Ve omuzlarımda taşıdığım onca insan
Birer birer toprağa dökülürken
Ağız dolusu bir küfür bile
Edemiyorum ben.

Farzet ki bir uçağım ben
Ve kanatlarım, tıpkı bir kuş gibi
Telekli bir kuyruğum varken bile
Bana kucak açan
Anam olup beni koynunda saklayan
Maviliklerin içinde
Beni yöneten bir pilotum olmadan
Özgürce uçamıyorum ben.

Farzet ki düşünceyim ben
Ve insan olmanın yegane koşuluyum,
Ama beni saran demir parmaklıkları
Ve hasret olup ayağıma vurulan
Amansız prangaları kırıp
Bir dudaktan sözcük sözcük
Dökülemiyorum ben.


Farzet ki bir şiirim ben...                                              

08.11.2000 - Denizli

13 Ocak 2015 Salı

Efe

Binlerce yıldır hüküm sürmüş
Dağlarında Ege'nin
Bir yiğit efedir
Kod adı "Zeytin".
Yorgun düşmüş
Yaralı
Ve küskün
Can veriyor ellerinde
Rüşvet diye kömür dağıtan
Bir alçak zihniyetin...
13.01.2015 - Denizli

12 Ocak 2015 Pazartesi

Carmina Burana - Fortuna Imperatrix Mundi - Fortune Empress of the World - Kader, Dünyanın Kraliçesi (Latince - İngilizce - Türkçe)

Latin English Türkçe
O Fortuna O Fortune, Ah Kader,
velut luna like the moon Ay gibi
statu variabilis, you are changeable, Değişkensin
semper crescis ever waxing Hep büyüyor
aut decrescis; and waning; Ve küçülüyorsun
vita detestabilis hateful life Nefret dolu hayat
nunc obdurat first oppresses Önce ezer
et tunc curat and then soothes Sonra yatıştırır
ludo mentis aciem, as fancy takes it; Canın istediğinde
egestatem, poverty Sefalet
potestatem and power Ve güç
dissolvit ut glaciem. it melts them like ice. Buz gibi eritirsin.
Sors immanis Fate - monstrous Kader-canavar
et inanis, and empty, Ve boş
rota tu volubilis, you whirling wheel, Sen dönen tekerlek
status malus, you are malevolent, Art niyetlisin
vana salus well-being is vain Zenginlik boş
semper dissolubilis, and always fades to nothing, Ve her zaman geçicidir.
obumbrata shadowed Gölgelenmiş
et velata and veiled Ve perdelenmiş
michi quoque niteris; you plague me too; Beni de mahvediyorsun
nunc per ludum now through the game Şimdi bu oyunda
dorsum nudum I bring my bare back Çıplak sırtımı dönüyorum
fero tui sceleris. to your villainy. Kötülüğüne
Sors salutis Fate is against me Kader bana karşı
et virtutis in health Sağlıkta
michi nunc contraria, and virtue, Ve erdemde
est affectus driven on Gelişiyorum
et defectus and weighted down, Ve yüküm ağırlaşıyor
semper in angaria. always enslaved. Köleleşiyorum.
Hac in hora So at this hour Bu yüzden bu saatte
sine mora without delay Gecikmeden
corde pulsum tangite; pluck the vibrating strings; Çek dizginleri
quod per sortem since Fate Çünkü Kader
sternit fortem, strikes down the strong man, Güçlü adamı serer yere
mecum omnes plangite! everyone weep with me! ve herkes ağlıyor benimle!

Veda Mektubu

Elveda diyeceğim sana yakında.
Binlerce yıllık gelinliğini
Kâh lapa lapa,
Kâh sulu sepken yağan karın
Bin bir emek,
İlmek ilmek
Yeniden dokuyuşunu
Unutmayacağım.

Binlerce yıllık sevgine
Ve kışın alınterine saygısız,
Birkaç gün içinde seni
Çırılçıplak bırakan güneşin
Kızgın bakışlarını
Unutmayacağım.

Sessizliğini ve matemini fırsat bilip
Seni ve eteğine sığınmış insanları saran
Bu kirli savaşın ortasında,
İnsanların değil de
Ördeklerin özgürlüğüne gıpta edişimi
Unutmayacağım.

Güneşin en parlak anında
Gökyüzünün duvardan duvara
Bulut halılarıyla kaplandığı
Ve Zeus’un seni yıldırımlarıyla kamçılayıp,
Tufanlarıyla ıslattığı günlerde
Seni saran gökkuşaklarını
Unutmayacağım.

Yorgun ve şarapsız gecelerde
Gözlerim kadınımı ararken
Ve gönlüm sevdamı büyütürken
Fonda aşk ve özgürlük türküleri,
Kulağımda senin sesinden dinlediğim
Örümcek bağlamış kafataslarının elinden kurtarıp
Bağrına bastığın âşıkların
Ve özgürlük tutkunlarının efsanelerini
Ve ömrümde içtiğim en güzel
Ve fakat en çabuk tükenen sigaraları
Unutmayacağım.

Yüzünü göremediğimde
Yâri elinden alınmış
Toy bir âşık gibi kırgın,
Binyediyüz bilmem kaç yılında
Evinden ve sevdiklerinden koparılıp
Köle edilen bir zenci gibi isyankâr hallerimi
Unutmayacağım.

En umarsız günlerimde
Başımı omzuna yaslamak istediğmde
Ana gibi,
Yar gibi beni sarmalayışını,
İğde kokusuna alerjik
Kızaran gözlerle sana bakınca
Islak sanıp gözlerimi
Sırtımı sıvazlamanı
Unutmayacağım.

Veda edeceğim sana yakında
Ama seni unutmayacağım.
Sakın sen de beni unutma.
Belki bir gün
Bugünkü kadar
Ve hatta daha da yalnız,
Daha da yıkılmış,
Ya da sevdalım yanımda,
Sevdalım koynumda
Yine gelirim yanına.
Ve bir büyük rakıya
Su yerine anıları katıp
Yine ben dertlenirim,
Yine sen dinlersin
Ve yine bana aşina
Türkü ve efsaneler söylersin.


12 Haziran 1998, Doğubayazıt

6 Ocak 2015 Salı

Kov Beni

Kov beni senden
Aşağıla, örsele ruhumu
Taştan taşa çarp yüreğimi
Parçala, kanat etlerimi.

Otuz dokuz yerimden bıçakla
Kırık parçaları kalbimin
Elimde,
Ölüme terk et beni.

Kov beni senden 
Uzaklaştırma kararı çıkart
Gönül muhakemenden
Çöllere sürgün gönder beni.

Çık bir dağın tepesine
Susuzluğumu seyret, sensizliğimi.
Kov beni senden
Cehennemde yak beni.

29.08.2014 - Denizli

5 Ocak 2015 Pazartesi

Yük

Sessizlik ve ayazın hükmündeydi gece.
Sinsice kalkıp döşeğimden,
Tilkice sıyrıldım nöbetçilerden.
Koştum tüm çıplaklığımla,
Büyük Ağrı’nın kollarına.

Sordum:
“Ey efsane gelin,
Nedir sırrı bunca yıl beklemenin?
Nasıl taşıyorsun binlerce yıldır
Bu aşkı ve kederi yüreğinde?
Nasıl dimdik
Ve ezilmeksizin
Omuzlarındaki yükün altında
Meydan okudun hayata ve zamana?”

Dedi:
“Ey insanoğlu,
Bakma böyle gururla
Dimdik ayakta durduğuma.
Sanma çok ağırdır
Bağrımdaki bu yara.
Yaşasaydım bir gün olsun
Senin yaşadıklarını,
Alsaydım bir an olsun omuzlarıma
Sana verilen yükü,
Dayanamaz,
Erirdi kemiklerim.
Hemen eğiliverirdi belim.
Ciğerlerimde verem,
Beynimde urlar
Hemen o an
Yıkılıverirdim.


15.02.1998 - Konya