29 Aralık 2014 Pazartesi

Yaşamak

Anaforlar
Ve dağlara özenmiş dalgalarla dolu
Bir okyanusta
Çürümüş iplerden
Ve kurt yemiş kütüklerden yapılma
Köhne bir salın üstünde yol almaktır
Yaşamak.

Farklı yönlerden esen
Kasırgalarda savrulurken
Ve seni dibe çekmeye çalışan
Batıklarla savaşırken
Dimdik ayakta kalabilmektir
Hayata tutunmak.

Ve nerede salını kaybetmiş
Bir insan görürsen
Suyun üstünde kalmaya çalışan
El uzatıp
En umarsız anında bile
Elinde avucunda ne varsa paylaşmaktır
İnsanca var olmak.


29.12.2014 - Denizli

28 Aralık 2014 Pazar

Şeytan

Birlikte inşa ettiğimiz
Bir cennet bahçesinde,
Ben Adem,
Sen Havva
Mutlu mesut yaşıyoruz sanıyordum.

Meğer senin için duvarlarını ördüğüm,
Ateşini harladığım
Bu ıssız cehennemde
Bir zebaniymişim,
Hatta şeytanın ta kendisi...

Bilemedim,
Özür dilerim.


16.08.2006 - Denizli

27 Aralık 2014 Cumartesi

Bir Vapur, Bir İnsan

Bir vapurdu şehir hatlarında
Bitmek bilmez bir enerjiyle
Taşırdı insanları sabahtan akşama
Bir kıyıdan bir kıyıya.

Bir insandı isimsiz, aramızda
Bitmek bilmez bir enerjiyle
Paylaşırdı elinde avucunda ne varsa
İhtiyacı olanla.

Bir vapurdu şehir hatlarında,
Taşırdı gün boyu insanları sırtında
Ama hiç şikayet etmezdi.

Bir insandı isimsiz, aramızda
Karşılık beklemeden severdi insanları
Koşulsuz.

Bir vapurdu,
Kiminin gözyaşlarına,
Kiminin sevinç çığlıklarına şahitlik ederdi
Kiminin acısına üzülür,
Kiminin sevinciyle coşardı
Ve kar demeden,
Kış demeden gider gelirdi
İki yaka arasında.

Bir insandı,
Ağlayanla ağlar,
Eğlenirdi gülenle bir.
Kimiyle parasını
Kimiyle ekmeğini ve şarabını,
Kimiyle de sevgisini paylaşırdı
Kim olduğuna bakmasızın
Karşılıksız severdi insanları.

Gün geldi, aldılar götürdüler vapuru
Bir tersanede sökmeye başladılar
Denizde aşınmış bedenini.

Gün geldi verecek bir şeyi kalmayınca
Sırt döndü insanlar bu zavallı adama
Ve kalakaldı sömürülmüşlüğüyle.

Bir vapurdu,
Issız bir tersanede tahtaları sökülen.

Bir insandı
Kimsesiz bir mezarda kemikleri çürüyen.

02.01.2001 - Denizli

25 Aralık 2014 Perşembe

Başlıksız

Gizemini kaybetti dağlar
Çünkü artık her yer
Duman içinde.

Korkutmaz oldu artık ölüm
Çünkü soğuk nefesi
Her an ensemizde.


02.01.2001 - Denizli

23 Aralık 2014 Salı

Duvar

Her ihanetinde sevdiklerinin,
Her sillesinde hayatın
Yükselir yavaş yavaş
Çevrene ördüğün duvar.
Geçmişte yaşanmış
Acı bir deneyim,
Yüreğindeki mezara gömülmüş
Eski bir yar veya yarendir
Tuğlaları o duvarın.

Sen içinde, yalnızlığınla
Hep bir aynanın karşısında
Kendinle hesaplaşırken,
Bir gün bakarsın ki duvarına,
Çin Seddi’ni görürsün karşında.

Öyle sağlam sıvayıp
Öyle kapatırsın ki delikleri,
Ömrünün geri kalanında
Hasret yaşarsın umuda
Seni delirten
O kör karanlıkta.

Çıkmak ister sesin
İsyancı haykırışlarla,
Ama çarpıp duvara
İşkence eder sana.
Boğulursun çaresiz,
Kendi yarandan akan
Kara kanla.

Ne topun vardır
Ne de tüfeğin
Hoş; olsa da yıkacak bir aracın
Yoktur artık geri dönüşün,
Yıkamazsın kendini hapsettiğin
O geçit vermez duvarı
Çünkü denersen çıkmayı,
Sudan çıkmış balığa dönersin.


20.02.2001 - Denizli

22 Aralık 2014 Pazartesi

İtiraf

Ben her kadında
                Aslında kendimi sevdim.
Ve hayata kök salmanın
                Coşkusuyla seviştim.

Saçlarında saçlarımın kokusunu duymayı,
                Yüzlerinde kendi yüzümü okşamayı sevdim.
Ben sevdiğim her kadınla
                Tek vücut, kendimi çoğaltmayı sevdim.


13.09.2009 - İskenderiye

19 Aralık 2014 Cuma

Özlem

Yüzüne çöken bulutlara
Rüzgar olup esmeyi,
Seni kucağına almaya ant içmiş kederi
Dağıtmayı özledim.

Paylaşıp tüm dertlerini
Mutluluk ve sevgiye bürünen gözlerinde
Parlayan yıldızların arasına
Dalmayı özledim.

Kaçırıp seni bugünün karmaşasından
Ve samimiyetsiz ilişkilerin kucağından
Üç bin yıllık efsanelerin
Peşine düşmeyi özledim.

Hasretin aşılmaz dağlara dönüştüğü
O ıssız, seninle bile sensiz, gecelerde
Birkaç duble rakıyla
Raksetmeyi özledim.


24.09.2009 - Denizli

18 Aralık 2014 Perşembe

İhanet

Çok huzursuzum bu aralar
Sanki bir asırdır uykusuz, oldukça da yorgunum.
Bir de beynimi kemirip duran düşünceler var
İlk inançla birlikte yasaklanmış düşünceler…
Uzun zaman önce beynimin derinliklerine hapsettiğim sorular
Benden izinsiz, istem dışı, ulu orta volta atıyorlar
Ve her biri, diğerinden bağımsız
Kendileri için somut birer yanıt arıyorlar.

Bir fotoğrafa bakıyorum, tek bir kareye
Ve büyük bir kıtlıkla sarsılıyor bedenim.
Cayır cayır alevler sarıyor etimi, kemiğimi
Sebep olduğum sera etkisi kavuruyor bedenimi.
Susuzluktan çatlıyor dudaklarım
Ve kuraklığı hissediyorum iliklerime kadar.

Fotoğrafta bir deri bir kemik kalmış bir çocuk var
Bir de akbaba, ölümü kollayan
Sarı, kurumuş otlar
Ve toprak da çatlamış.

Suçluyu arıyorum içimde,
İçimde yatan caniyi arıyorum.
Sonra beynimin içindeki soru çınlıyor kulaklarımda:
O fotoğraftaki çocuğun leşi için sabırsızlanan akbaba mıdır kötü olan?
Yoksa ölü bedenlerden merdivenlerle
Kendi yarattıkları zirvelere tırmanan insanlar mıdır iğrenilecek olan?

Sonra bir başka kare geliyor gözlerimin önüne
Bu kez birden fazla çocuk var sahnede
Ve milyar dolarlarla üretilen bombalar.
Fotoğraftaki yedi-sekiz yaşındaki çocuklar
Birkaç dakika sonra yanık et ve küle dönüşecek akranlarına iletilmek üzere
Cehennemde buluşma dileklerini bombaların üzerine yazıyorlar.
Volta attıkları yerde, alarm veriyor aynı sorular.
Sanki gizli bir güç bağlamış elimi, kolumu
Hiçbir şey yapamıyorum, değiştiremiyorum tarihin rotasını.
Çözüm bulamıyorum bu vahşete
Ve dehşet içinde izlemek zorunda kalmaktan
İnsanın kendi türüne ve doğaya yaptığı bu zulmü
Benden sonraki nesillere ihanet ettiğimi hissediyorum…


12.12.2008 - Denizli

17 Aralık 2014 Çarşamba

Güzeldir Yaşamak

Güzeldir aslında yaşamak
Denizin kenarında
Ve lakin günde bin sorti
            Kanıma hücum eden
Sivrisinekler olmasa!

Güzeldir aslında yaşamak
            Ortadoğu’nun en güzel kentlerinden Beyrut’ta
Ve lakin günde bin sorti
            Ölüm kusan
İsrail uçakları olmasa!

Bir ırk düşün ki
            altmış beş yıl önce
Gaz odalarında Nazilerin
            İşkence ile can veren,
Azrail olmuş bugün.
Onlar için geçmişte
Gözyaşı ve dualarını esirgemeyen
Bir ırkın celladı olmuş,
            Çoluk çocuk demeden
Prangalardan idam sehpalarına
            Gönül gözü kapalı ve kahpece
Düşünmeden ölüme götüren!


23.07.2006  - Denizli

16 Aralık 2014 Salı

Karabasan (Sevgili Kardeşim Levent için 18.12.1973 - 19.03.1996)

Sabahın dördüydü
Ve doğanın sessizliğini yırttı
Telefonun cırtlak çığlığı.
O güne dek duymadığım bir dildeydi
Ahizeden kulağıma dolan kelimeler.
Ve yeniden gördüm
Çocukluğumun kabusunu.

Bilirsin bizim bağ yolunda
Bir ev vardı
Bir vadiye asılmış
Ve ihtiyar bir kadın otururdu
Çok zaman rüyalarımda
O evin düz damında.

Sen, ben, annem ve babam
İşte o eve giderdik rüyalarımda.
Sonra ben düşerdim
Damdan aşağı
Sarp uçuruma.
Ve kendime gelirdim
Vadinin dibinde.
Sizi arardım boşuna
Sağımda solumda.
Tam ağlamaya başlayacakken korkudan,
Güneşe kadar uzanan kavakların altında,
Birden annem biterdi yanımda.
Sizi sorardım ama,
“Beklemeyip onları gidelim” derdi annem
ve kan ter içinde uyanırdım sonunda.

İşte bütün konuşma boyunca
Durmuştu beynim
Ve bu karabasanı yaşamıştım yeniden.
Ahizeden kulağıma dolan kelimeler
Bana yabancı bir dildeydi
Ve inanmam mümkün değildi
Duyduklarıma.

Ama birden yarıldı yer,
Tutunacak bir dal aradım boşuna.
Birden toprak
Aldı seni koynuna.

23 Haziran 1998, Doğubayazıt

15 Aralık 2014 Pazartesi

Çiftçi

Bıkmaz, usanmaz bir çiftçiyim ben
Ve toprak değil, yüreğimdir tarlam.
Arpa ya da buğday değil,
Aşk tohumudur ektiğim
Her ilkbahar.

Her sabah erkenden başlarım
Ekinimin yolunu gözlemeye.
Gözyaşlarımla sularım onu,
Özensiz yağmurla değil.

Yakalandığı gripten
Yüzü solmaya başlayan güneş ile
Kışa sevdalı, soyunan ağaçlardır
Hasat zamanının müjdecisi

Ve ben her sonbahar
İlkbaharda ektiğim acıyı biçerim.


15.11.2000 - Denizli

9 Aralık 2014 Salı

Üç Yaprak

Bir ağaç bahçede
Ve üç asi yaprak dalında
Direniyor düşmemek için
Yağmur sinmiş toprağa.

Her yanından kuşatmış
Gri bulutlar gökyüzünü,
Gözlerimde kekre bir yangın
Ha başladı, ha başlayacak yağmur…

Bir kahve yapıyorum kendime,
Türk kahvesi de değil hani.
Şu yapay, sahte gülüşlere ve dedikoduya eşlik eden
Paketi güzel, içi kof hazır kahvelerden,
Garip şey;
O bile köpürüyor
İçimdeki hüzünle beraber.

Bir yudum alıyorum
Kan tadı bulaşıyor ağzıma
Ve kara, bulanık bir dalga kabarıyor
Karın boşluğumda,
Kalbime yol alıyor
Ve otuz iki yıl öncesinde bir çocuk
Özlemini o dalgayla boğuyor…

Ağacın dalındaki yapraklar
Eski birer fotoğrafa dönüyor
Ve beynimde bir kitabın sayfaları
Çığlık çığlığa cümlelerle bağırıyor.
Ve dinlediğim şarkılar,
Okuduğum kitaplar,
İzlediğim filmler
Ve dinlediğim hikâyeler
İnsana dair
Beti benzi solmuş o üç yaprağın
Dalgın yüzlerinde iz buluyor…

Bahçede bir ağaç
Ve dalında üç kuru yaprak
Yaşama tutunurken var güçleriyle,
Gözpınarlarımdan beslenen içimdeki acı deniz
Beni sonsuz bir yolculuğa çağırıyor…


07.12.2014 - Denizli

8 Aralık 2014 Pazartesi

Meze

Biliyorum sonu yok
Bu telaşlı çabamın.
Biliyorum çok yakın,
Yüzgeçlerimde ve kuyruğumda
Kalmayacak derman.
Biliyorum ölümün gölgesi
Perdeleyecek gözlerimi.
Ama suç değil
Son bir kez
Ömrümce doyamadığım bu engin maviyi
Seyretmek.
Biliyorum geçit vermeyecek
Bu zalim ağlar
Ve çekileceğim diğerleriyle birlikte
Balıkçılar tarafından.
Önce biraz çırpınacağım
Sudaki oksijeni arayan ciğerlerime
Hava değince
Ve belki son bir umutla
Ve maviliğin hasretinin verdiği
Son gayretle
Yuvama dönmek için
Sıçrayacağım,
Ama nafile.
Eninde sonunda
Can çekilecek bedenimden
Ve kurtlar sofrasında
Birkaç duble rakıya
Meze olacak etim.


05/12/2000 - İstanbul

5 Aralık 2014 Cuma

Yitik Serüven

Köşe kapmaca oynarken
İçimde ateş ile kurt
Darmadağın olmuş gri hücrelerim
Beynimi tarumar eden kasırgada
Ve alt beynim ele geçirmek üzere
Bedenimle benliğimi.
Tehlike çanları çalarken kulaklarımda
Örs, çekiç ve üzengi
En umarsız şarkıları çalıyor
Kanatarak sessizliğini bu kaotik çaresizliğin.
Yürek dediğin mezarlıkta
Hortlaklar horon teperken
On bin yıl öncesinden bir aşk
Gülümsüyor kanlı bir geçmişin içinden.
Bir denizci, kaybolmuş Tanrı’ların gazabıyla
Haksız bir savaştan dönerken yurduna
Karşılaşıyoruz Kiklop’un koyunları güttüğü adada
Penelop’un aşkıyla kavrulmuş o, ben yitik bir serüvenin.


18.08.2014  Denizli 

3 Aralık 2014 Çarşamba

Sensizlik

Ayazı bile hüzünlü
Bu kentin dar yokuşlarına
Kan ter içinde tırmandığım o günler,
Beynimin istihab haddini aşan anılar değil de,
Sensizlikti beni en çok yoran.

Güneşin bile terkettiği
Rutubetten duvarları yosun tutmuş bu odada
Bir filizken kurduğu hayalleri elinden alınmış,
Hem acıma, hem de nefretle
Gözlerimin içine bakarak
Nasıl kıyarsın bizlere diye sorgulayan
Cılız odunların ısı vermeyen cılız alevleri değil de,
Sensizlikti beni tir tir titreten.

Şarapla yıkandığı gecelerde ruhumun,
Ne şafakla başıma saplanacak
Ve kafamı duvardan duvara vuracak ağrı,
Ne de şaraba bulanmış ıssızlığın
Midemi cehennem ateşiyle yakmasıydı,
Sensizlikti uykumu kâbuslarla bezeyen.

Kâbusların tecavüzüne uğrayan
Terden sırıl sıklam gecelerde,
Duvarların içinden ve pencerelerden
Sinsice yatak odalarına sızan gürültülü depremlerin
Yürekleri burkup, insanları feryat figan
Uykularından ve kimi zaman hayatlarından eden
Sarsıntıları ve ölüm değil,
Sensizlikti beni en çok korkutan.

Ülkemin bakire bırakılmış son birkaç koyunda,
Bir gezi teknesinin en yüksek ucundan
İlk aşkım denize kavuşmak için
Yaptığım o çılgın atlayışlarda
Ne hasretin yangınıyla beni koynuna alan denizin
Yaz cehennemine inat serinliği,
Ne de vücuduma teğet yüzen balıklardı,
Sensizlikti beni en çok ürperten.

Pek çok yalnızlığa,
Birçok özleme ve kavuşmaya
Ve birçok kavgayla
Birçok sevişmeye tanıklık etmiş
Bir tren konpartmanında
Lokomotifin gürültülü müziği değil
Sensizlikti beni uyutmayan.


18 Ekim 2000, Denizli

1 Aralık 2014 Pazartesi

Medeniyet

Ali Baba ve Kırk Haramiler,
Sinbad,
Alaaddin’in Sihirli Lambası,
Ve uçan halılar
Ve binbir gece masalları
Ve Hayyam’ın Rubaileri
Ve bir de kan kırmızı şarap
Yalnız kubbeleri hatırlatır bana.
Bir de onların gölgesinde yaşanmış
Sonsuz aşkları.
Ki onların
Gönülden kopup gelen
Bir sevgiyle işlenmiştir
Her bir karesi
İlmek ilmek
Ve ilhamını daima
Umutsuz bir aşktan almıştırlar.

Oysa öykündüğüm
Ve benden çok uzakta,
Kaf Dağı’nın batısında aradığım
Ve özgürlük
Ve demokrasi
Ve barış diyerek
40 derece ateşle
Adını sayıkladığım
Medeniyetin geçmişinde
Sadece kaçıp saklanmayı öğütleyen,
Savaşlarda sığınak
O soğuk,
O ürkütücü,
O şımarık
Ve o devasa kaleleri,
Şatoları ve manastırları görüyorum.
Ki buz devrinin
Sert ve keskin
Buzul kayaları gibi
Gökyüzünü delmeye niyetli her biri.

Oysa tam da dibinde burnumun,
Bir kadının eşsiz vücudu gibi
Sıcak, yuvarlak ve pürüzsüz
Ve Anadolu kıyıları gibi oylumlu,
Dantel dantel işlenmiş,
Aşka boyun eğmiş
Ve bir çocuk kadar ürkek
Ve masum
Ve korumasız
Ve atlas kadar yumuşak
Ve herkese kapısını açacak kadar
Büyük yürekli,
Görkemli değil asla
Ama mağrur,
Ama vakur,
Ama özgür
Ve huzur dolu
Kubbeleri fark ediyorum.
Küçük ama
Kök saldıkları yürek kadar
Heybetli.

18.07.2006                 DENİZLİ