Ali Baba ve Kırk
Haramiler,
Sinbad,
Alaaddin’in Sihirli
Lambası,
Ve uçan halılar
Ve binbir gece masalları
Ve Hayyam’ın Rubaileri
Ve bir de kan kırmızı
şarap
Yalnız kubbeleri
hatırlatır bana.
Bir de onların gölgesinde
yaşanmış
Sonsuz aşkları.
Ki onların
Gönülden kopup gelen
Bir sevgiyle işlenmiştir
Her bir karesi
İlmek ilmek
Ve ilhamını daima
Umutsuz bir aşktan
almıştırlar.
Oysa öykündüğüm
Ve benden çok uzakta,
Kaf Dağı’nın batısında
aradığım
Ve özgürlük
Ve demokrasi
Ve barış diyerek
40 derece ateşle
Adını sayıkladığım
Medeniyetin geçmişinde
Sadece kaçıp saklanmayı
öğütleyen,
Savaşlarda sığınak
O soğuk,
O ürkütücü,
O şımarık
Ve o devasa kaleleri,
Şatoları ve manastırları
görüyorum.
Ki buz devrinin
Sert ve keskin
Buzul kayaları gibi
Gökyüzünü delmeye niyetli
her biri.
Oysa tam da dibinde
burnumun,
Bir kadının eşsiz vücudu
gibi
Sıcak, yuvarlak ve
pürüzsüz
Ve Anadolu kıyıları gibi
oylumlu,
Dantel dantel işlenmiş,
Aşka boyun eğmiş
Ve bir çocuk kadar ürkek
Ve masum
Ve korumasız
Ve atlas kadar yumuşak
Ve herkese kapısını
açacak kadar
Büyük yürekli,
Görkemli değil asla
Ama mağrur,
Ama vakur,
Ama özgür
Ve huzur dolu
Kubbeleri fark ediyorum.
Küçük ama
Kök saldıkları yürek
kadar
Heybetli.
18.07.2006 DENİZLİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder