Şuursuz ve uğursuz
bir uğultu yükselirken kentin üstünde,
Bir insan yitip
gidiyordu amaçsız bir keşmekeşin rahminde.
İnsanlar hep bir
yerlere yetişmenin derdinde,
Oradan oraya
koşturup duruyordular
Ve onların ardı
sıra kalkan toz bulutları
Yıllardır tıkıldığı
dört duvarın içinde sevişmeye susamış
Bir mahkûm kadar
aç ve şehvetli
Birleşiyordular egzoz
dumanı ve bacaların isiyle
Ve kentin üstüne
çörekleniyordu olanca görkemiyle
Tozla, dumanla
doğan medeniyetin hayaleti.
Tükenmiş ve
nefessiz kalmış bir insan,
Yitip gidiyordu bu
puslu keşmekeşin rahminde.
Şatafat ve entrikanın
şatolar ve saraylardan sıdkı sıyrılmıştır,
Ve özgürlüklerini
ilan etmiş ve sokağa çıkıp, avama karışmıştırlar.
Yağlı güreş; çayır
çimenden plazalardaki ofislere taşınmış,
Yücelmek ve başa
geçmek için hileyle donanmıştır insanlar.
Bu kavgada ezilen,
yenilen biçarelerin üzerine atılmıştır
Kentin siluetini
yırtarak güneşe uzanan gökdelenlerin temeli
Ve artık ağaçlar
yerine, cücelere yukarıdan bakan Gulliver’a öykünen
Bu çelik, beton ve
cam karışımı ucubelerdir ülkenin en gölge yeri.
“Gölge etme başka
ihsan istemem” demeye mecali kalmamış bir insan
Yitip gidiyordu bu
kaotik keşmekeşin rahminde.
Binlerce yıldır
insanların beynine çakılıyordu bu kavurucu öfke
İnsan kanıyla
kutsanmış, süslü kelimelerle bezenmiş çekiçlerle
Ve gözleri kör
eden büyük bir kinle çocuklar kurban ediliyor
Vaat edilmiş
topraklar uğruna dünyanın her yerinde.
Öyle içten ve
unutulmaz bir nefret ki, daha fetüste enjekte ediliyor beyinlere
Ve çocuklar
akranlarının doğum günlerini ve yılbaşlarını
Rengârenk kartlara
yazdıkları sevgi sözleri yerine,
Kurukafa
resimleriyle bezedikleri misket bombaları ile kutluyor bugünlerde.
Din adına
yürütülen katliam ve savaşları kendine yediremeyen bir insan
Yitip gidiyordu
safsatalarla yoğurulmuş bu keşmekeşin rahminde.
Büyük ve güneşli
günler ile umuda dair sözler söylemişti bir şair bir zamanlar
Ve sırf bu yüzden
aforoz edilmişti doğduğu topraklardan.
Niceleri ki
isimlerini tek tek yazsak ekvatoru bir kaç tur dönecek bir listeye sığar hepsi,
Ya idam edilmiş,
ya bir şekilde öldürülmüş, ya da “vatan haini” olarak etiketlenmişti.
Oysa özgürlük ve
kardeşçe bir yaşam içindi bütün gayretleri,
Ki işgaldeki
vatanı kurtarmak için kendini feda edenlerin derdiyle aynı idi.
Ve dökülen onca
kan, yitip giden onca can ve ülkenin aydınlık geleceği
Kara bir 12 Eylül
sabahı tarihin karanlığına gömülmüştür.
Silahların
gölgesinde inşa edilen bir demokrasiye inanmayan bir insan
Yitip gidiyordu bu
beş yıldızlı keşmekeşin rahminde.
Kelimeler ifade
ettikleri anlamlar ile kişilik buldular ve bugüne geldiler
Yaşamın içinden
sıyrılan öyküler, romanlar, oyunlar ve şiirlerle.
Sevgi, saygı,
özgürlük, barış, huzur, mutluluk, insan ve diğerleri
Hangi dilden
olursan olsun, anlamını kaybetmiş, ağır bir şizofreniye maruz bugünlerde.
Yine de suçlu
aramak gerekirse, sözcükler değil kesinlikle,
İnsandır tek
sorumlusu bu faili meçhul katliamın.
Çünkü paradır
artık eşsiz ve en değerli varlık nedeni
Ve ona ulaşmanın
tek koşulu, içini boşaltmaktır geçmişin ve geleceğin.
Bir insan, süslü
ve lakin içi boş sözcükler serseri kurşun gibi uçarken kulağının dibinde,
Yitip gidiyordu
saçma sapan bir keşmekeşin rahminde.
İnsanlar ölümüne
yorulmuş olmalılar kendi başlarına açtıkları felaketlerden
Ve çözüm üretmek
için beynini kullanıp düşünmekten ölümüne yorulmuşlar ki
İçlerinden
birilerini seçiyorlar önce ve allayıp pullayarak baş tacı ediyorlar
Ve sonra huşu
içinde kendilerinden geçip, emrine kul köle olmaktan erinmiyorlar.
Ki baştakiler de
“ne oldum delisi”, bir histeri krizi içinde
Hükmünü sonsuz
kılmak arzusuyla yanıp tutuşurlarken yaratırlar kendi canavarlarını
Planlar, projeler,
stratejiler, BOP’lar, GOP’lar ve Ortak Vizyon Belgeleri
Ve hırsla
beslerler, içlerinden yükseldikleri insanların canına kasteden teröristleri.
Bombaların ve
uçakların kulakları sağır eden uğultusu yükselirken kentin üstünde,
Bir insan yitip
gidiyordu politik bir keşmekeşin rahminde.
12.09.2006 - Denizli