29 Aralık 2014 Pazartesi

Yaşamak

Anaforlar
Ve dağlara özenmiş dalgalarla dolu
Bir okyanusta
Çürümüş iplerden
Ve kurt yemiş kütüklerden yapılma
Köhne bir salın üstünde yol almaktır
Yaşamak.

Farklı yönlerden esen
Kasırgalarda savrulurken
Ve seni dibe çekmeye çalışan
Batıklarla savaşırken
Dimdik ayakta kalabilmektir
Hayata tutunmak.

Ve nerede salını kaybetmiş
Bir insan görürsen
Suyun üstünde kalmaya çalışan
El uzatıp
En umarsız anında bile
Elinde avucunda ne varsa paylaşmaktır
İnsanca var olmak.


29.12.2014 - Denizli

28 Aralık 2014 Pazar

Şeytan

Birlikte inşa ettiğimiz
Bir cennet bahçesinde,
Ben Adem,
Sen Havva
Mutlu mesut yaşıyoruz sanıyordum.

Meğer senin için duvarlarını ördüğüm,
Ateşini harladığım
Bu ıssız cehennemde
Bir zebaniymişim,
Hatta şeytanın ta kendisi...

Bilemedim,
Özür dilerim.


16.08.2006 - Denizli

27 Aralık 2014 Cumartesi

Bir Vapur, Bir İnsan

Bir vapurdu şehir hatlarında
Bitmek bilmez bir enerjiyle
Taşırdı insanları sabahtan akşama
Bir kıyıdan bir kıyıya.

Bir insandı isimsiz, aramızda
Bitmek bilmez bir enerjiyle
Paylaşırdı elinde avucunda ne varsa
İhtiyacı olanla.

Bir vapurdu şehir hatlarında,
Taşırdı gün boyu insanları sırtında
Ama hiç şikayet etmezdi.

Bir insandı isimsiz, aramızda
Karşılık beklemeden severdi insanları
Koşulsuz.

Bir vapurdu,
Kiminin gözyaşlarına,
Kiminin sevinç çığlıklarına şahitlik ederdi
Kiminin acısına üzülür,
Kiminin sevinciyle coşardı
Ve kar demeden,
Kış demeden gider gelirdi
İki yaka arasında.

Bir insandı,
Ağlayanla ağlar,
Eğlenirdi gülenle bir.
Kimiyle parasını
Kimiyle ekmeğini ve şarabını,
Kimiyle de sevgisini paylaşırdı
Kim olduğuna bakmasızın
Karşılıksız severdi insanları.

Gün geldi, aldılar götürdüler vapuru
Bir tersanede sökmeye başladılar
Denizde aşınmış bedenini.

Gün geldi verecek bir şeyi kalmayınca
Sırt döndü insanlar bu zavallı adama
Ve kalakaldı sömürülmüşlüğüyle.

Bir vapurdu,
Issız bir tersanede tahtaları sökülen.

Bir insandı
Kimsesiz bir mezarda kemikleri çürüyen.

02.01.2001 - Denizli

25 Aralık 2014 Perşembe

Başlıksız

Gizemini kaybetti dağlar
Çünkü artık her yer
Duman içinde.

Korkutmaz oldu artık ölüm
Çünkü soğuk nefesi
Her an ensemizde.


02.01.2001 - Denizli

23 Aralık 2014 Salı

Duvar

Her ihanetinde sevdiklerinin,
Her sillesinde hayatın
Yükselir yavaş yavaş
Çevrene ördüğün duvar.
Geçmişte yaşanmış
Acı bir deneyim,
Yüreğindeki mezara gömülmüş
Eski bir yar veya yarendir
Tuğlaları o duvarın.

Sen içinde, yalnızlığınla
Hep bir aynanın karşısında
Kendinle hesaplaşırken,
Bir gün bakarsın ki duvarına,
Çin Seddi’ni görürsün karşında.

Öyle sağlam sıvayıp
Öyle kapatırsın ki delikleri,
Ömrünün geri kalanında
Hasret yaşarsın umuda
Seni delirten
O kör karanlıkta.

Çıkmak ister sesin
İsyancı haykırışlarla,
Ama çarpıp duvara
İşkence eder sana.
Boğulursun çaresiz,
Kendi yarandan akan
Kara kanla.

Ne topun vardır
Ne de tüfeğin
Hoş; olsa da yıkacak bir aracın
Yoktur artık geri dönüşün,
Yıkamazsın kendini hapsettiğin
O geçit vermez duvarı
Çünkü denersen çıkmayı,
Sudan çıkmış balığa dönersin.


20.02.2001 - Denizli

22 Aralık 2014 Pazartesi

İtiraf

Ben her kadında
                Aslında kendimi sevdim.
Ve hayata kök salmanın
                Coşkusuyla seviştim.

Saçlarında saçlarımın kokusunu duymayı,
                Yüzlerinde kendi yüzümü okşamayı sevdim.
Ben sevdiğim her kadınla
                Tek vücut, kendimi çoğaltmayı sevdim.


13.09.2009 - İskenderiye

19 Aralık 2014 Cuma

Özlem

Yüzüne çöken bulutlara
Rüzgar olup esmeyi,
Seni kucağına almaya ant içmiş kederi
Dağıtmayı özledim.

Paylaşıp tüm dertlerini
Mutluluk ve sevgiye bürünen gözlerinde
Parlayan yıldızların arasına
Dalmayı özledim.

Kaçırıp seni bugünün karmaşasından
Ve samimiyetsiz ilişkilerin kucağından
Üç bin yıllık efsanelerin
Peşine düşmeyi özledim.

Hasretin aşılmaz dağlara dönüştüğü
O ıssız, seninle bile sensiz, gecelerde
Birkaç duble rakıyla
Raksetmeyi özledim.


24.09.2009 - Denizli

18 Aralık 2014 Perşembe

İhanet

Çok huzursuzum bu aralar
Sanki bir asırdır uykusuz, oldukça da yorgunum.
Bir de beynimi kemirip duran düşünceler var
İlk inançla birlikte yasaklanmış düşünceler…
Uzun zaman önce beynimin derinliklerine hapsettiğim sorular
Benden izinsiz, istem dışı, ulu orta volta atıyorlar
Ve her biri, diğerinden bağımsız
Kendileri için somut birer yanıt arıyorlar.

Bir fotoğrafa bakıyorum, tek bir kareye
Ve büyük bir kıtlıkla sarsılıyor bedenim.
Cayır cayır alevler sarıyor etimi, kemiğimi
Sebep olduğum sera etkisi kavuruyor bedenimi.
Susuzluktan çatlıyor dudaklarım
Ve kuraklığı hissediyorum iliklerime kadar.

Fotoğrafta bir deri bir kemik kalmış bir çocuk var
Bir de akbaba, ölümü kollayan
Sarı, kurumuş otlar
Ve toprak da çatlamış.

Suçluyu arıyorum içimde,
İçimde yatan caniyi arıyorum.
Sonra beynimin içindeki soru çınlıyor kulaklarımda:
O fotoğraftaki çocuğun leşi için sabırsızlanan akbaba mıdır kötü olan?
Yoksa ölü bedenlerden merdivenlerle
Kendi yarattıkları zirvelere tırmanan insanlar mıdır iğrenilecek olan?

Sonra bir başka kare geliyor gözlerimin önüne
Bu kez birden fazla çocuk var sahnede
Ve milyar dolarlarla üretilen bombalar.
Fotoğraftaki yedi-sekiz yaşındaki çocuklar
Birkaç dakika sonra yanık et ve küle dönüşecek akranlarına iletilmek üzere
Cehennemde buluşma dileklerini bombaların üzerine yazıyorlar.
Volta attıkları yerde, alarm veriyor aynı sorular.
Sanki gizli bir güç bağlamış elimi, kolumu
Hiçbir şey yapamıyorum, değiştiremiyorum tarihin rotasını.
Çözüm bulamıyorum bu vahşete
Ve dehşet içinde izlemek zorunda kalmaktan
İnsanın kendi türüne ve doğaya yaptığı bu zulmü
Benden sonraki nesillere ihanet ettiğimi hissediyorum…


12.12.2008 - Denizli

17 Aralık 2014 Çarşamba

Güzeldir Yaşamak

Güzeldir aslında yaşamak
Denizin kenarında
Ve lakin günde bin sorti
            Kanıma hücum eden
Sivrisinekler olmasa!

Güzeldir aslında yaşamak
            Ortadoğu’nun en güzel kentlerinden Beyrut’ta
Ve lakin günde bin sorti
            Ölüm kusan
İsrail uçakları olmasa!

Bir ırk düşün ki
            altmış beş yıl önce
Gaz odalarında Nazilerin
            İşkence ile can veren,
Azrail olmuş bugün.
Onlar için geçmişte
Gözyaşı ve dualarını esirgemeyen
Bir ırkın celladı olmuş,
            Çoluk çocuk demeden
Prangalardan idam sehpalarına
            Gönül gözü kapalı ve kahpece
Düşünmeden ölüme götüren!


23.07.2006  - Denizli

16 Aralık 2014 Salı

Karabasan (Sevgili Kardeşim Levent için 18.12.1973 - 19.03.1996)

Sabahın dördüydü
Ve doğanın sessizliğini yırttı
Telefonun cırtlak çığlığı.
O güne dek duymadığım bir dildeydi
Ahizeden kulağıma dolan kelimeler.
Ve yeniden gördüm
Çocukluğumun kabusunu.

Bilirsin bizim bağ yolunda
Bir ev vardı
Bir vadiye asılmış
Ve ihtiyar bir kadın otururdu
Çok zaman rüyalarımda
O evin düz damında.

Sen, ben, annem ve babam
İşte o eve giderdik rüyalarımda.
Sonra ben düşerdim
Damdan aşağı
Sarp uçuruma.
Ve kendime gelirdim
Vadinin dibinde.
Sizi arardım boşuna
Sağımda solumda.
Tam ağlamaya başlayacakken korkudan,
Güneşe kadar uzanan kavakların altında,
Birden annem biterdi yanımda.
Sizi sorardım ama,
“Beklemeyip onları gidelim” derdi annem
ve kan ter içinde uyanırdım sonunda.

İşte bütün konuşma boyunca
Durmuştu beynim
Ve bu karabasanı yaşamıştım yeniden.
Ahizeden kulağıma dolan kelimeler
Bana yabancı bir dildeydi
Ve inanmam mümkün değildi
Duyduklarıma.

Ama birden yarıldı yer,
Tutunacak bir dal aradım boşuna.
Birden toprak
Aldı seni koynuna.

23 Haziran 1998, Doğubayazıt

15 Aralık 2014 Pazartesi

Çiftçi

Bıkmaz, usanmaz bir çiftçiyim ben
Ve toprak değil, yüreğimdir tarlam.
Arpa ya da buğday değil,
Aşk tohumudur ektiğim
Her ilkbahar.

Her sabah erkenden başlarım
Ekinimin yolunu gözlemeye.
Gözyaşlarımla sularım onu,
Özensiz yağmurla değil.

Yakalandığı gripten
Yüzü solmaya başlayan güneş ile
Kışa sevdalı, soyunan ağaçlardır
Hasat zamanının müjdecisi

Ve ben her sonbahar
İlkbaharda ektiğim acıyı biçerim.


15.11.2000 - Denizli

9 Aralık 2014 Salı

Üç Yaprak

Bir ağaç bahçede
Ve üç asi yaprak dalında
Direniyor düşmemek için
Yağmur sinmiş toprağa.

Her yanından kuşatmış
Gri bulutlar gökyüzünü,
Gözlerimde kekre bir yangın
Ha başladı, ha başlayacak yağmur…

Bir kahve yapıyorum kendime,
Türk kahvesi de değil hani.
Şu yapay, sahte gülüşlere ve dedikoduya eşlik eden
Paketi güzel, içi kof hazır kahvelerden,
Garip şey;
O bile köpürüyor
İçimdeki hüzünle beraber.

Bir yudum alıyorum
Kan tadı bulaşıyor ağzıma
Ve kara, bulanık bir dalga kabarıyor
Karın boşluğumda,
Kalbime yol alıyor
Ve otuz iki yıl öncesinde bir çocuk
Özlemini o dalgayla boğuyor…

Ağacın dalındaki yapraklar
Eski birer fotoğrafa dönüyor
Ve beynimde bir kitabın sayfaları
Çığlık çığlığa cümlelerle bağırıyor.
Ve dinlediğim şarkılar,
Okuduğum kitaplar,
İzlediğim filmler
Ve dinlediğim hikâyeler
İnsana dair
Beti benzi solmuş o üç yaprağın
Dalgın yüzlerinde iz buluyor…

Bahçede bir ağaç
Ve dalında üç kuru yaprak
Yaşama tutunurken var güçleriyle,
Gözpınarlarımdan beslenen içimdeki acı deniz
Beni sonsuz bir yolculuğa çağırıyor…


07.12.2014 - Denizli

8 Aralık 2014 Pazartesi

Meze

Biliyorum sonu yok
Bu telaşlı çabamın.
Biliyorum çok yakın,
Yüzgeçlerimde ve kuyruğumda
Kalmayacak derman.
Biliyorum ölümün gölgesi
Perdeleyecek gözlerimi.
Ama suç değil
Son bir kez
Ömrümce doyamadığım bu engin maviyi
Seyretmek.
Biliyorum geçit vermeyecek
Bu zalim ağlar
Ve çekileceğim diğerleriyle birlikte
Balıkçılar tarafından.
Önce biraz çırpınacağım
Sudaki oksijeni arayan ciğerlerime
Hava değince
Ve belki son bir umutla
Ve maviliğin hasretinin verdiği
Son gayretle
Yuvama dönmek için
Sıçrayacağım,
Ama nafile.
Eninde sonunda
Can çekilecek bedenimden
Ve kurtlar sofrasında
Birkaç duble rakıya
Meze olacak etim.


05/12/2000 - İstanbul

5 Aralık 2014 Cuma

Yitik Serüven

Köşe kapmaca oynarken
İçimde ateş ile kurt
Darmadağın olmuş gri hücrelerim
Beynimi tarumar eden kasırgada
Ve alt beynim ele geçirmek üzere
Bedenimle benliğimi.
Tehlike çanları çalarken kulaklarımda
Örs, çekiç ve üzengi
En umarsız şarkıları çalıyor
Kanatarak sessizliğini bu kaotik çaresizliğin.
Yürek dediğin mezarlıkta
Hortlaklar horon teperken
On bin yıl öncesinden bir aşk
Gülümsüyor kanlı bir geçmişin içinden.
Bir denizci, kaybolmuş Tanrı’ların gazabıyla
Haksız bir savaştan dönerken yurduna
Karşılaşıyoruz Kiklop’un koyunları güttüğü adada
Penelop’un aşkıyla kavrulmuş o, ben yitik bir serüvenin.


18.08.2014  Denizli 

3 Aralık 2014 Çarşamba

Sensizlik

Ayazı bile hüzünlü
Bu kentin dar yokuşlarına
Kan ter içinde tırmandığım o günler,
Beynimin istihab haddini aşan anılar değil de,
Sensizlikti beni en çok yoran.

Güneşin bile terkettiği
Rutubetten duvarları yosun tutmuş bu odada
Bir filizken kurduğu hayalleri elinden alınmış,
Hem acıma, hem de nefretle
Gözlerimin içine bakarak
Nasıl kıyarsın bizlere diye sorgulayan
Cılız odunların ısı vermeyen cılız alevleri değil de,
Sensizlikti beni tir tir titreten.

Şarapla yıkandığı gecelerde ruhumun,
Ne şafakla başıma saplanacak
Ve kafamı duvardan duvara vuracak ağrı,
Ne de şaraba bulanmış ıssızlığın
Midemi cehennem ateşiyle yakmasıydı,
Sensizlikti uykumu kâbuslarla bezeyen.

Kâbusların tecavüzüne uğrayan
Terden sırıl sıklam gecelerde,
Duvarların içinden ve pencerelerden
Sinsice yatak odalarına sızan gürültülü depremlerin
Yürekleri burkup, insanları feryat figan
Uykularından ve kimi zaman hayatlarından eden
Sarsıntıları ve ölüm değil,
Sensizlikti beni en çok korkutan.

Ülkemin bakire bırakılmış son birkaç koyunda,
Bir gezi teknesinin en yüksek ucundan
İlk aşkım denize kavuşmak için
Yaptığım o çılgın atlayışlarda
Ne hasretin yangınıyla beni koynuna alan denizin
Yaz cehennemine inat serinliği,
Ne de vücuduma teğet yüzen balıklardı,
Sensizlikti beni en çok ürperten.

Pek çok yalnızlığa,
Birçok özleme ve kavuşmaya
Ve birçok kavgayla
Birçok sevişmeye tanıklık etmiş
Bir tren konpartmanında
Lokomotifin gürültülü müziği değil
Sensizlikti beni uyutmayan.


18 Ekim 2000, Denizli

1 Aralık 2014 Pazartesi

Medeniyet

Ali Baba ve Kırk Haramiler,
Sinbad,
Alaaddin’in Sihirli Lambası,
Ve uçan halılar
Ve binbir gece masalları
Ve Hayyam’ın Rubaileri
Ve bir de kan kırmızı şarap
Yalnız kubbeleri hatırlatır bana.
Bir de onların gölgesinde yaşanmış
Sonsuz aşkları.
Ki onların
Gönülden kopup gelen
Bir sevgiyle işlenmiştir
Her bir karesi
İlmek ilmek
Ve ilhamını daima
Umutsuz bir aşktan almıştırlar.

Oysa öykündüğüm
Ve benden çok uzakta,
Kaf Dağı’nın batısında aradığım
Ve özgürlük
Ve demokrasi
Ve barış diyerek
40 derece ateşle
Adını sayıkladığım
Medeniyetin geçmişinde
Sadece kaçıp saklanmayı öğütleyen,
Savaşlarda sığınak
O soğuk,
O ürkütücü,
O şımarık
Ve o devasa kaleleri,
Şatoları ve manastırları görüyorum.
Ki buz devrinin
Sert ve keskin
Buzul kayaları gibi
Gökyüzünü delmeye niyetli her biri.

Oysa tam da dibinde burnumun,
Bir kadının eşsiz vücudu gibi
Sıcak, yuvarlak ve pürüzsüz
Ve Anadolu kıyıları gibi oylumlu,
Dantel dantel işlenmiş,
Aşka boyun eğmiş
Ve bir çocuk kadar ürkek
Ve masum
Ve korumasız
Ve atlas kadar yumuşak
Ve herkese kapısını açacak kadar
Büyük yürekli,
Görkemli değil asla
Ama mağrur,
Ama vakur,
Ama özgür
Ve huzur dolu
Kubbeleri fark ediyorum.
Küçük ama
Kök saldıkları yürek kadar
Heybetli.

18.07.2006                 DENİZLİ

29 Kasım 2014 Cumartesi

ÇOK MU ZOR? (2007'de Yazdığım Bir Düz Yazı)


Bazen, “keşke bir nehir olsaydım” diyorum kendi kendime. Çünkü bir nehir önüne engel çıktığı zaman etrafından dolaşabiliyorsa, ya da ne bileyim Büyük Menderes gibi yer altında bir geçit bulup, sonra tekrar yeryüzüne çıkıp akabiliyorsa ancak o zaman yoluna devam edebiliyor ve kaderine ulaşıyor. Hiç kimse, neden denize, bir göle ya da bir yer altı kaynağına ulaşmadan kaybolduğunu sorgulamıyor. Önündeki engelleri aşmak için neden çaba harcamadığını düşünmüyor. Oysa insan bir engele takılıp olduğu yerde kaldığında, anasından emdiği süt burnundan geliyor.

Bazen de, “iyi ki bir nehir değilim” diyorum kendi kendime. Çünkü o zaman kaderime razı gelip, tıkanıp kalmam gerekirdi benim için önceden tasarlanmış bir modelin pençesinde. Kendi hedeflerimi tanımlayamaz, önüme konan engellere ve bu engelleri koyanlara isyan edip savaşacak gücü bulamaz ve razı gelmek zorunda kalırdım üzerime biçilen elbiseye.

Benim büyük bir derdim var. Onu anlatmak için yazıyorum bu yazıyı. Aslında yazının sonuna gelip de, başını hatırladığınız takdirde muhtemelen “ne alaka” diye soracaksınız. Ama sorun işte burada; hem nehir olma özleminin, hem de bir nehir olmama halinin omzuma yüklediği ciddi bir yük var. Dedim ya bir büyük derdim var ve bununla ilgili önümde aşılması çok zor bir engel, hem de bu engeli aşmak ve onu önüme dikenlere karşı isyan edip savaşmak yükümlülüğüm var…

Derdim yaşam kalitesini yükseltmek. Açmam gerekirse; dünyada olup bitenleri ve oldurulmayanları sorgulayan, sorgulamaları ve analizlerinden sonuçlar çıkaran ve bunu bilgi birikimine dönüştüren, birikimini paylaşan, geleceğe idealler ve manevi bir değer bırakmak için çabalayan, tüm bunları yaparken tek kaygısı insanları kırmadan, üzmeden, yücelterek ve çoğaltarak bu üretme sürecine çekmek olan bir insan olabilmek.

Peki; önümdeki engel nedir? Bugün tüm dünyaya hâkim olan sistem: İnsanları birbirlerinden kopararak, birbirlerine düşman ederek onları sadece kendilerini düşünen birer birey olmaya iten; binlerce yıllık birikimin sonucu olan ve bugüne kadar paylaşılan insani değerleri çürüterek sadece kendisi de dâhil her şeyi tüketmeye odaklayan; doğal kaynakları ve üretilen artı değeri sınırları net bir şekilde belirlenmiş bir kesimin kullanımına sunan birer robota çeviren; çürümeye yüz tutmuş ve yeryüzünü kana bulamaktan zevk alan bu sistem.

Bu engeli aşmak için ne yapıyorum? Ulaşabildiğim insanlarla dünü, bugünü, yarını, sorunları, yapay gündemleri, gerçeği, hayali, umutları, karamsarlıkları, mutlulukları, hüzünleri, aydınlığı, karanlığı, tez ve anti-tezleri paylaşmaya, tartışmaya, düşünsel gücümüzü artırmaya çalışıyorum. Bunların sonucunda tek beklentim bu savaşta bana destek olacak insanları çevreme toplayabilmek ve daha fazla sayıda insana ulaşabilmek. Daha fazla insana ulaştıkça üretilecek fikirlerin yaşam kalitemize katacağı değeri onlarla paylaşabilmek. Kişisel bir çıkarım olsa, genele uyar, salt maddi kaynaklarımı artıracak kariyerime odaklanır, çevremdeki tüm insanlarla yoğun bir rekabete girerek, başkalarının iskeletleri üzerinden zirveye çıkma savaşında olurdum. İnsanları bu şekilde ahlaksızca kullanmamak hem vicdanen rahat olmamı sağlıyor, hem de bu savaştaki haklılığımı kanıtlıyor.

Elbette ki zaman kısıtından ötürü en yakınımdan başlayarak, çevremde bu savaşta bana destek olabileceğine inandığım, güvendiğim insanlar arasından bir seçim yapmak zorundayım. Ve tercih ettiğim insanların amaca yönelik her türlü maddi-manevi sorunlarıyla ilgilenmek, kişisel gelişimlerini desteklemek, yaşamın akışını etkileyen sistemlerle olan kavgamızda cesaretlendirmek ve tüm bunlar için de zaman ayırmak zorundayım.

Peki; başarılı sayılır mıyım? Bilmiyorum. Henüz bir sonuca ulaşamadığımı düşünüyorum. Elbette arada yaşadığım hayal kırıklıkları motivasyonumu olumlu-olumsuz etkiledi. Örneğin ben bu kadar büyük bir hedefe kilitlenmişken ve kişisel hiçbir çıkar gözetmiyorken, işlemediğim suçlardan ötürü, savunma hakkım bile elimden alınarak yargılandım. İlkinde 12 yaşındaydım. Ailemden geldi suçlama ve yıllar boyu bu nedenle kanadım. Sonrasında en yakınımda bildiğim insanlarla da aynı sorunu yaşadım ve zamanla acı artık katmerleşti ve bugün artık bıçağın girdiğini bile duyumsamıyorum. Tek üzüntüm var; derdimi gerçekten anlamayan insanlarla kaybettiğim zamana yanarım.

Bilmiyorum; belki aslında yine de ben suçluyum. Belki kendimi ve hedefimi güvendiğim, inandığım insanlara açıkça ve yeterince anlatamadım. Belki onların kişisel kaygılarını anlamak için çaba harcamadım. Belki onları inanmadıkları bir hedefe yönelmeye zorladım. Gerçekten bilmiyorum.

Ancak biliyorum ki bana güvenmemeleri için hiçbir neden yoktu. Tıpkı bugün toplumun genelinde hâkim olan karşılıklı güvensizlikte olduğu gibi, geçmişte paylaşılanları hatırlamaları yeterdi.

Sanırım artık yeri geldi: bugün çok tehlikeli bir sınavdan geçtiğimize inanıyorum. Daha önce de değindim ya, kanla beslenen sistem, daha çok kan için oyunlar oynuyor çevremizde ve biz de ona karşı çıkıp isyan etmek ve ona karşı durmak yerine, biat ediyoruz bizi birbirimize düşüren karanlık güçlere. Önce üzerimize derin bir korku saldılar “çok tehlikeli kimyasal silahları var, nükleer bomba üretmeye çalışıyorlar” diyerek. Sonra bir elma şekeri tutuşturdular elimize, “özgürlük”, “demokrasi” gibi güzel söz ve hayallerle. Ama eninde sonunda tutamadılar çenelerini ve itiraf ettiler asıl niyetlerini: bu topraklarda bir milyondan fazla insanı neden öldürdüklerini, milyonlarcasını sakat ve evsiz bırakıp, çocuklara neden bombaların üzerine resim yaptırdıklarını. Bölgedeki enerji kaynaklarını, yani doğanın bize paylaşarak hayatımızı kolaylaştırmak ve yaşam kalitemizi yükseltmemiz için bahşettiği kaynakları kontrol etmek tek amaçları.

Ne yazık ki yetmedi döktükleri kan ve buna karşı isyan edenler yüzünden artık başları ağrıyor ve bu pisliği havale edecek taşeronlar arıyorlar bölgede. Maşa bulmak istiyorlar, kendilerini ateşe atmadan hedeflerine ulaşmak için. Ve köpekleştirdikleri köleler istiyorlar. Bunun için değiştiriyorlar stratejilerini ve daha önce dünyanın alevlere sardıkları her yerinde defalarca yaptıkları gibi, kardeşi kardeşe kırdırmak istiyorlar. Ve bu karmaşada, hiçbir zarar görmeden, ya da zararlarını minimize ederek karlarını artırmayı planlıyorlar. Ve ne yazık ki köpekleri kolayca buluyorlar. Ve sisteme biat eden bu köpekler amaca hizmet eden birer robota dönüştürülüyor. Ve köpekler üzerimize salınıyor. Köpekler ısırıyor.

Biz ne yapıyoruz? Bizi ısıranın köpek olduğuna bakmıyoruz. Köpekle muhatap oluyoruz. Köpeğin üzerinden bir genelleme yaparak, başka hiçbir nedeni, etkiyi, sorunu tartışmadan bütün bir ırkı yargılıyoruz. Suçu olmayan, aynı köpekler yüzünden ölen, korkan, aşağılanan, sürgün yiyen, kendi evinden koparılan, çok şiddetli bir travmaya maruz kalan masum insanları, köpeklerle aynı kefeye koyuyoruz. Ellerimize bayrakları alıp, meydanlarda toplanıyoruz; bayrağın taşıdığı anlamı boşaltıyor ve ona rengini verenlerin kimliğini değiştiriyoruz. Diğerlerini tamamen dışlayarak, bayrağı bu topraklarda yaşayan tek bir ulusa layık görüyoruz.

Bin yıldır iç içe yaşadığımız, ekmeğimizi bölüştüğümüz, birbirimizden kız alıp kız verdiğimiz, Çanakkale’de, İnönü’nde, Sakarya’da, Afyon’da beraber savaştığımız, acılarımızı ve mutluluklarımızı paylaştığımız Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum, Yahudi vb… tüm halkları bir çırpıda unutuyoruz. Bin yıllık kardeşliği unutup, sonsuz bir sanal husumeti gerçek sanıyoruz. Büyük bir kavgaya hazırlanıyor, nefret tohumlarının yeşermesi için gereken seralara kendi arzumuzla giriyoruz. Ağır bir travma geçiriyoruz. Yarınımızı karartıyoruz. Ve köpeğin seviyesine iniyoruz. En tehlikelisini yapıyoruz; bölünüyoruz. Sonunda kendi kendimize teslim olup sisteme, köleleşeceğimizi, köpekleşeceğimizi bile bile.

İnanıyorum ki bir felaketin sadece bir yönüne odaklanmak, diğer boyutlarını görmezden ve anlamazdan gelmek, yeni ve daha büyük felaketlere temel hazırlayacaktır.

Bu yüzden gelin bugün ilk adımı atalım ve şu bayrakları indirelim artık. Çünkü yüreğimi acıtıyor bayraklar. Çünkü onun dokusunda dedelerimden ötürü benim kanım var; savaşımızı paylaşan farklı uluslardan kardeşlerimin kanı var; kara, güneşe, soğuğa, sıcağa bakmaksızın savaşımıza sahip çıkan her ulustan ananın ağıtları var; babaların içlerine akıttıkları gözyaşları var.

Önce kendimize, sonra birbirimize güvenelim ve hiç zaman kaybetmeyelim. Gelin bugün birlik olalım. Unutalım bu suni kavgayı, birbirimizi anlamaya çalışalım. Aynı dili konuşalım; Türkçe, Rumca yahut Kürtçe değil, İnsanlık dilini. Birbirimizin sorunlarını dinleyelim, çözmeye çalışalım; birbirimizi geliştirip, yüceltelim. Bizi bizden ayıranların hedeflerini, yöntemlerini, yalanlarını, arsızlıklarını sorgulayalım ve yüzlerine haykıralım. Onları tükürüğümüzle boğalım. Birlik olduğumuzu, bölünmediğimizi gösterelim onlara. Ki korksunlar bizden ve köpekleriyle birlikte defolup gitsinler hayatımızdan.

Unutmayalım ki dünyayı cennete çevirmek de, cehenneme döndürmek de bizim elimizde. Eğer sisteme biat etmek, bizi düşürmeye çalıştığı uçurumun farkına vararak kavganın yönünü bu karanlık ele karşı çevirirsek, ulaşabiliriz Usta’nın hayal ettiği “güzel ve güneşli günlere”.


09.11.2007 - Denizli

Efsane Gelin

Engin denizlere yelken açmış
Yalnız bir denizciyim.
Önüme set çekmiş
Dalgalardan sıradağlar;
Umudumu tüketmekteyim.

Bir sis perdesi
Çörekleniyor sinsice,
Bir hayalet gemi
Demir atıyor az ötemde:
Ağrı Dağı,
Efsane çığırıyor yine.

Kurulmuşken düğün dernek,
Çalıyorken davul zurna,
Sevdiğini yitirmiş bu yaslı gelin,
Ant içmiş ölene dek onu beklemeye.

Bazı gün solgun benim gibi,
Bazı gün güler yüzü,
Işıldar umutla.
Binlerce yıldır vazgeçemediği yârinin
Yolunu gözler efsane gelin.


24 Şubat 1998, Doğubayazıt

28 Kasım 2014 Cuma

Bir Adam

Bir adam
Tünemiş tahta bir iskemleye,
Yine de rahat kuş tüyü yastıklara
Gömülmüş kadar.
Dimdik omuzları
Ve ince boynu üstünde
Dimdik başı.
Bir gözünde umut çağlarken,
Diğerinden akan acı seli
Süzülüyor yanaklarından aşağı
Kaç zamandır susuz kalmış, çatlamış,
Öpücüklere hasret dudaklarına doğru…

Bir kitap var elinde adamın,
Okunmaktan yıpranmış
Üç bin yıllık bir kitap
Ve bir satırı umut söylerken
Bin satırından düş kırıklığı
Ve ihanet çağlayan bir kitap.
Miyop gözlerinde adamın
Yuvarlık iki cam
Ve her satırında
Aşka, insana dair kitabın
Saklı bir küçük kaçamak; özgürlük…

Bir kadın
Sarkmış adamın arkasından
Sesli ve sessiz harflerden bir kasırga
Dökülüyor dudaklarından.


Oralı değil adam
Ve çeviriyor biten bir sayfayı
Ve rüzgârın ağaçla sevişmesinden kopan
Bir küçük çığlık
Bırakıyor kendini
Geçmişe gömülmüş sayfalar yığınının
Üstüne kapanan yaprağın arasından.

Kadın, söylenmeye devam ederken bir yandan
İpek bir urgan parçası elinde
Boynuna uzanıyor adamın
Ve en çılgın bir tutkuya
Gem vurmak gibi
Anlamsız ve delice bir işe kalkışıyor.

Gözleri dizelerle sevişiyor adamın
Kulaklarında beş bin yıllık bir türkü.
Bir ipek kravat elinde kadının
Ve dilinde tabulardan bir kaygı
Yeni bir kodla yazmaya çalışıyor
Bilmenin özgürlüğüne âşık adamı…


22-25.11 2014 - Denizli